Aydınlanma felsefesinin kurucu düşünürlerinden David Hume 1751 yılında yazdığı Ahlak İlkelerine Dair Soruşturma eserinde ahlak felsefesini hâlen güncelliğini koruyan şu sorular üzerinden kurmaya çalışır: “Ahlak ilkeleri, akıldan mı duygudan mı türemektedir? Ahlak ilkeleri hakkındaki bilgiyi bir kanıt ve tümevarım zinciriyle mi yoksa dolaysız bir hissediş ve daha ince içsel bir duyu yoluyla mı kazanırız? Doğruluğun ve yanlışlığın bütün sağlam yargıları gibi, her akıl sahibi zeki varlık için aynı mı olmalıdır yoksa güzellik ve çirkinlik algısı gibi tamamıyla insan türünün tikel doğa ve yapısının üzerine mi temellendirilmelidir?”
“Bir gemi kazası sonrasında, mülkiyetin önceki sınırlamaları göz önüne alınmadan, herhangi bir güvenlik vasıtasını zapt etmek bir suç teşkil eder mi? Yahut eğer kuşatılmış bir şehir açlıktan ölmeye maruz kaldıysa, insanların, başka durumlarda hakkaniyet ve adalet kuralları olacak kurallara karşı titiz davranarak, muhafaza edilen tüm yiyecekleri, kendilerine tercih edeceğini ve hayatlarını kaybedeceklerini düşünebilir miyiz? … Kanunların veya hukuk mahkemelerinin bağlayıcılığı olmadan herhangi bir sayıda insan bir arada toplanabilir miydi?Bir kıtlık sırasında ekmeğin eşit bölünmesi, güç ve hatta şiddet ile yapılsa bile, suç veya haksızlık olarak affedilebilir miydi?”