Leïla Sebbar, Paris’te yaşayıp Parisli olamayanların, devrimcilerin, dandy’lerin, motorcuların, uyuşturucu bağımlılarının bir işgal evinde kesişen ve evden kaçan Şehrazat’ın etrafında dönen hikâyesini anlatıyor. 1980’ler Parisi’ndeyiz ama ortada ne Eiffel var ne de geniş bulvarlar.
İşgal evleriyle, yeraltı partileriyle, militan gazetecilik faaliyetleriyle steril kent manzarası yerle bir ediliyor; bu romanda lüks mağazalar yalnızca soyulmak, yağmalanmak için bulunuyor. Bir nehir gibi akıp giden, aynı zamanda sağlam bir zincir gibi birbirine eklenen gündelik hayat fragmanlarında, Leïla Sebbar, azınlık olarak görülenlerin yaşamına nüfuz ediyor.
Şehrazat ince ince örülmüş, merak uyandıran bir göçebelik romanı. “Mağrip imgeleri Sebbar’ın kitabında güneş gibi doğuyor; bu imgeler, yeni karakterlerin eklenmesiyle aile tarihleri ve hatıralar hakkında birkaç söz söylemek için duraklanan o parıltılı anlarda usul usul akıyor.”
Claudıa Pugh-Thoma