Her seye karsin 1980'lerden gemimizi kurtarmis olarak çikarken, su soruyu soralim: Acaba, hâlâ ana, temel bir görüse dayanan demokrasi teorisi var midir? Sanmiyorum. On yillik bir degillemenin (negation) ve arkasindan on yillik bir tekniklesmenin ortak etkisi, biraz çeliskili gibi gözükse de, temel görüsün parçalanmasina yol açmistir. 1960 ortalarinin o yalin, güdümlü ve öfkeli yazinini, yorum gösterileriyle dolu daha karmasik, daha incelikli bir yazin izlemistir. Bu yazinin büyük bir bölümü 1960'larin reddiyecilerini toptan reddediyor; ama bununla yetinmeyip, onlarin reddiyelerinden önce her ne varsa bunlari da reddediyor. Ise yeniden, sifirdan basliyor. Tutuklu ikilemi, oy verme çeliskisi, adalet azligi-çoklugu, toplu eylem mantigi, ortaklasa, kamusal yararlar teorisi, bütün bunlar (ve daha niceleri) yeni, coskulu bir yaraticiligi kanitlayan seyler. Siyaset felsefesindeki canlanma için de ayni sey geçerli. Rawls'un bilgisizlik maskesi altinda sundugu özgür görüs, Nozick'in dogal yasama hâli, Ackerman'in yansizlik varsayimi, bunlar ve diger "düsünce denemeleri", hiç kuskusuz yenilikçi atilimlardir. Ne var ki bu yeni yazin da bizi tam olgunlasmis bir demokrasi teorisine götürmemektedir. Iç yüzünün ortaya çikmasi, demokrasi teorisini alt üst etmisse de demokrasi teorisinde son zamanlarda meydana gelen, genellikle tek amaç güden zenginlesmeden bizlere farkli güzel parçalar kalmistir. Ama eger demokrasi teorisi artik bir ana, temel görüse sahip degilse, kanaatimce, onu yeniden kurmak zorundayiz.(Tanitim Bülteninden)