Her şey ikiye bölünürken benim de ikiye ayrılmam gerekiyordu. Yaralarımı saklamamalıydım. Gösterişsiz bir onur gibi taşımalıydım. Olağanın dışına çıkmadan yeni bir şey yaratılmıyordu. Acı, sınırların geçilmesine yarıyordu.
—Cem Mumcu
Acı, yerinden kımıldamayan bir kaya değil; üzerinde yürünmesi gereken, ancak yüründükçe aydınlanan bir yol. Elinizde tuttuğunuz bu kitap, okuyucusunu acı çekme kavramına farklı bir gözle bakmaya davet ediyor. Birbirine kenetli beş adımda acının doğasına vakıf olmanın mümkün olduğunu öne sürüyor. Günbatımı, alacakaranlık, gece yarısı, şafak ve gün ışığı… Her biri ona ait, her biri gerekli beş adım.
Acı Çekme Cesareti, başta Viktor Frankl, Rollo May ve Irvin Yalom’dan bildiğimiz ve razı olduğumuz varoluşsal psikolojinin omuzları üzerinde yükselen; okuyucusunu eksiklerine göre değil, elde avuçtakilerle oluşturulan bir yol haritası için yüreklendiren bir kılavuz. Belki derinlerde bir yerde farkında olduğumuz ama bir türlü kabullenemediğimiz gerçekleri hatırlatan bir işaret fişeği: Acı kötü bir şey değildir, acı varoluşsal bir meseledir, acı ve gelişim birbirini dışlamaz, acı yoluyla gelişimde anlam üretimi hayati önemdedir.
Bir tür hayatta kalma savaşına tanık olduğumuz bu kitapla “Mutluluğun olmadığı bir hayat yaşanmaya değer mi?” ve “Cesaret, acının üstesinden gelebilir mi?” sorularına yanıt bulacak; tüm umutlarınız yorgun ve kızıl bir güneş gibi ağır ağır batarken hayatınıza ‘akü takviyesi’ yaptırabilecek anahtar sözcüğü, ‘anlam’ı derinlerden kazıp çıkaracaksınız.